11 Ağustos 2015 Salı

Yarasa Mevsimi-Austin

     
AUSTİN
    
      Evimizim yakınında çok büyük bir ağaç vardı eskiden.Beş katlı bir binadan daha büyük,o kadar büyük yani.Ağacın ismini bilmiyorum ama yaz gelince harika mor çiçekler açardı.Gece olunca aynı ağaç baykuş ve yarasaların yuvası haline gelirdi birden.Kendini göremesende baykuşun sesini duyardın ağacın içinden,bir de ani hareketlerle bir sağa bir sola uçuşup ağacın içine tekrar giren yarasalar var tabi.

    
           11-12 yaşındayım,çok sıcak bir yaz günü.Sabah uyandığımda annemin dikiş makinasının üstünde hareket etmeden bekleyen siyah bir kuş gördüm.Gece karanlıkta içeriye girmiş,birdaha da çıkamamıştı heralde.Yanına yaklaşıp elime aldım,bir yarasa.İlk defa bir yarasaya dokunmuştum,bence çok heyecanlıydı.Yarasaların gündüz göremediklerini biliyordum sadece,başka da hiçbir şey  bilmiyordum onlarla ilgili.Galiba bu yüzden beni hiç korkutmadı.Kanatlarını birazcık açtım,sanki ipek gibiydi.O gün öğleden sonra bir arkadaşımın evine gidecektim,onlar da görsün diye evde bulduğum bir kutuya koydum yarasayı.Onlara bir sürprizim olduğunu söyleyince çok merak ettiler ama kutunun içinde yarasa olduğunu öğrenince kimse dokunup bakmak bile istemedi:)Mecbur erken vedalaştık,ben aslında gece ellerimle uçurmayı düşünmüştüm.

      O günden sonra yarasalarla bu kadar yakın temasım hiç olmadı,çok yarasa da görmemiştim aslında uzun zamandır.Düne kadar...



          Ozan ''Nehire yarasaları izlemeye gideceğiz.''dediğinde hiçbir şey anlamamıştım.Onun da çok bir fikri yoktu aslında,okulda böyle bir aktivite var katılmak ister misiniz diye sormuşlar o da güzel olabilir diye tamam demiş.Evden çıkarken bu kadar çok etkileneceğimizi hiç düşünmemiştik.

           Austin'de sürü halinde yaşayan yarasalar var ve bu yarasalar yılın belli bir döneminde(Şuan Ağustos ayındayız,demekki bu dönem:)her gün aynı saatte bütün günü geçirdikleri köprülerin altından aynı anda çıkıp birbirlerini takip ederek nehir boyunca uçuyorlar.Binlerce yarasa,aynı anda aynı yöne doğru...Bu anlar  Austin'de bir şölen havasında yaşanıyor.Köprülerin üstü,nehrin kenarları,kanolar,tekneler...onların dışarıya çıkışlarını bekliyor insanlar hergün aynı saatte.

YARASALARIN ÇIKIŞINI BEKLEYEN İNSANLAR
YARASALARIN İLK ÇIKIŞI

            Güneş battığı anda oluşan alacakaranlık uçmaları için en uygun zaman dilimi oluyor.Bütün gece uçtuktan sonra sabah gün doğmadan tekrar geliyorlarmış köprülerin altına.Dönüşleri daha küçük gruplar halinde oluyormuş,bölünmüş halde.
            Fotoğraflar orada yaşanılan hissi ne kadar aktarır bilmiyorum ama tekrar yarasa izlemeye gitmek için sabırsızlanıyorum....


   
GÖZDEN KAYBOLUNCAYA KADAR BEKLİYOR HERKES
GÜNÜN GECEYE DÖNDÜĞÜ AN

9 Ağustos 2015 Pazar

Austin'de İlk Haftalar

        Bugün Türkiye den ayrılalı tam 48 gün olmuş.Zaman gerçekten çok hızlı geçiyor ve bence bu işlerin çok da kötü gitmediğini gösteriyor benim için.Demek ki burada benim için güzel şeyler oluyor,alışmaya başlamışım artık...
        Gelmeden önce Austin hakkında araştırma yaparken buranın tam bir yoga cenneti olduğunu okumuştum.Uzun zamandır merak ettiğim ama bir türlü adım atamadığım bir spor için bu şehir resmen beni çağırıyordu.Geldiğimin 3.gününde,Austin de yaşayan ve yoga konusunda uzman birinin önerisiyle,kendimi  şuan gittiğim yoga studyosunda buldum.Stüdyoyu bulmam da ayrı bir olay.Geleli 3 gün olmuş henüz  internetim yok telefonumda(google maps olmadan adres bulmada pek başarılı değilim)Ozan okula gitmiş ben evdeyim ama evde duramıyorum:)Açtım bilgisayarı stüdyonun yol haritasını bir kağıda çizdim ve atladım bisiklete.En fazla ne olabilir ki,kaybolsam bile polisi ararım diye düşünüyorum:)Austin de 3 farklı merkezi olan bir yoga studyosuydu gitmeye çalıştığım ve ben evimize en yakın olanını çizmiştim haritama.Bulmak hiç zor olmadı,hatta stüdyonun internetini kullanarak bir de konum yolladım Ozan'a ''Ben buradayım'':) En son nerede olduğum konusunda bari bir fikri olsun diye:)Sonuç olarak kaybolmadan evdeydim ve ertesi gün yoga için ilk dersim vardı.Yoga hakkında daha sonra detaylı bir yazı yazarım yine:)Şimdilik benim için çok yeni...

      
  Geldiğimizden beri hergün ortalama 10 yeni insanla tanışıyorum ve 8 inin ismini daha o ortamdan ayrılmadan unutuyorum.Zaten bunların hepsi Ozan ın sınıf arkadaşları ve onların eşleri olduğu için onlar da aynı durumdalardır diye düşünüyorum.Çünkü sınıfları 270 kişi ve sürekli bir tanışma partisi düzenleniyor okul tarafından,kim kimin ismini hatırlasın:)Tanışır tanışmaz herkes birbirini Facebook'tan ekliyor,şuan Facebook'ta ''tanıyor olabileceğin kişiler''kısmındaki hiçkimseyi tanımıyorum.Hatta arkadaş olarak eklediğim insanları arkadaşlarım arasında bulmakta bile güçlük yaşıyorum,çünkü birçoğunun Facebook ismi ve bizimle tanıştığı ismi farklı.Özellikle Çin,Japon ve Kore'li öğrenciler isimlerinin telafuzu ve yazımı İngilizce'den  çok farklı olduğu için Amerika da kullanmak için kendilerine bir Amerikan ismi belirliyorlar.Tanışmalarda da yeni isimlerini kullanıyorlar.Okuldaki sınav kağıtlarında bile gerçek isim ve takma isim kısmı bulunuyor.Çünkü gerçek ismini yazınca hoca onu tanıyamayabilir,ikisini de yazıyor kağıdına.Biz kendi ismimizle devam ediyoruz şuan:))
Bollywood Day'de dans öğrenmeye çalışırken:)

4Temmuz Bağımsızlık Günü'nden...
         Tanışma merasimlerinde isimlerden sonra sorulan ikinci soru mutlaka ''Nerelisin?''oluyor.Türkiye deyince duyduğumuz şeyler hep aynı''Yemeklerininiz muhteşem-İstanbul harika-Kapadokya'yı çok merak ediyoruz''Şimdi nasıl özlemezsin o yemekleri:((Kendisi gitmediyse bile bir arkadaşı akrabası mutlaka Türkiye de bulunmuş birçoğunun ve giden herkes hayran kalmış şekilde dönmüş geriye.Geçen sene Fransa'da Brezilyalı bir çiftle tanışmıştık ve Türkiye deyince hemen ''Kapadokya''demişlerdi bize.Şaşırmıştık nasıl bu kadar biliniyor diye.Burada da durum aynı.Herkes Kapadokya'yı çok merak ediyor.Hatta bazen ismini hatırlayamayanlar ''balloon''deyince biz söylüyoruz neresi olduğunu:)Hani bir laf vardır ya bizde ''Başka biryerde olsa meşhur olurdu burası''diye.Aslında bizde çok meşhur olmuş bir yer var ama kıymetini ne kadar biliyoruz orası ayrı.2 yıl önce Kapadokya'da Japon turistlerin başına gelen olayları inşallah bilmiyorlardır dedim hep içimden:(Yine de birçok turistik yere göre çok az olayın yaşandığı bir yer Kapadokya ve iyiki var:)

Sıcakta yapılabilecek olanlar:)
          Gelmeden önce hava sıcaklığının burada ne kadar yüksek olduğunu duymuştum.Biz zaten havası hemen hemen Austin'le aynı olan bir memlekette doğup büyüdüğümüz için çok da sürpriz olmadı sıcaklık.Burayı tercih sebeplerimizden biri de eşimin sıcak bir yerde yaşamak istemesindendi.Soğuk havadan nefret ediyorsanız burası tam size göre yani:)Sıcak havanın bendeki etkisi Ozan a göre daha farklı tabi.Onun için sıcak demek şort-terlik ve hasta olmamak demek ama benim için terden yapışmış bir tutam saç,gözümden akan rimel,yanağımda dağılmış allık,kabında erimiş juj ve yüzümde her geçen gün sayıları artan benciklerim demek.Günlük hayatımda çok fazla makyaj yapan  biri olmasamda burada iyice salıvermiş durumdayım bu işleri.Göz makyajı olarak güneş gözlüğü allık olarak da güneş kremi kullanıyorum artık.Gelmeden önce''Gidince oradan alırım''diye bitse bile birçok makyaj malzememin yenisini almamıştım.Artık 2 yıl sonra dönüş hazırlıklarında alırım,şuan hiç ihtiyacım yok:)Bir de sürekli kullandığım bandanayı''geleneksel ''zannedenler oldu burada:)Şimdi ben nasıl anlatayım başımdaki terleme için tek çarem bu diye:)))Tabi bir de en büyük pişmanlığım,gelmeden önce iyice kısalttığım baş belası kahküllerimi dizginlemenin en kolay yolu:))Şimdi ben nasıl seveyim bu kadar sıcağı...Alıştım mı evet seviyor muyum hayır...Yaşasın ılık ve kuru havalar...:)))
  
        

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Türk-Japon Günümüz ''İtadakimasu''

    

            Yemek yemeyi çok seven birinin farklı mutfaklar denemekten bu kadar tedirgin olması normal değil aslında.Yurtdışına çıktığı an bütün öğünlerini salata-margarita pizza ile geçiren biri var burada:( Hatta işi abartıp yanımda sandviç götürmüşlüğüm bile var.Bu durumdan hiç de hoşnut değilim aslında.Bir kere hayatı zorlaştırıyor benim için,ikincisi de memleketimden uzaklaştıkça seçeneklerin iyice azalması olayı:)

        Austin'e gelirken de en çok nasıl yiyeceklerle karşılaşacağımı merak ettim.Burada Meksika Mutfağı çok yaygın,üniversitede de farklı ülkelerden çok fazla öğrenci olduğu için Türk,Japon,Hint,Çin mutfağı gibi farklı restoranlar da mevcut.Bunlardan birine gitmemiz gerektiğinde de ben menüdeki en vejeteryan,an az soslu,en basit yemeği alıyorum her zaman.Kendimi garantiye almak için:)
        Maho ve Ion buraya ilk geldiğimizde tanıştığımız Japon arkadaşlarımız.Evlerimiz de birbirine çok yakın olunca en sık görüştüğümüz arkadaşlarımızdan oldular zamanla.Eşler okuldayken biz de Maho ile şehri keşfe çıkıyoruz çoğu zaman.Tabi bu görüşmelerde Maho da öğrendi benim farklı ülkelerin yemeklerine olan mesafemi:)Geçtiğimiz haftasonu bizi evlerine yemeğe davet ettiler,Japon yemekleri tatmak için.Evde yapılan ve dışarıda yediğimiz farklı olabilir diye düşünerek gittim,o da yiyemezsen zorlama kendini diye sürekli yüzüme baktı durdu:)))



          Bizdeki gibi önden çorba,arada atıştırmalık,sonra ana yemek gibi bir durum yok.Herşey masadaydı ve hepsini aynı anda yemeye başladık.Masada ekmek de yok,yemiyorlar çünkü.Ekmeği sadece sandviç yaparken kullanıyorlarmış.İçecek olarak da yeşil çay tüketiyorlar,sağlıklı olduğu için.Yazın soğuk,kışın sıcak şeklinde sürekli yeşil çay içiyorlarmış.Soğuk olarak ilk defa içtim.Sağlıklı bir içecek olduğu tadının çok albenisi olmadığından da belli:)))
       
     Yemeğe başlamadan önce ellerimizi birleştirerek   '''İtadakimasu'' diyoruz.Bunun anlamı''masada olan herşey için şükretmek''
             Yemeklere gelince çorbanın ismi  ''Miso''.İçinde deniz yosunu,fermente edilmis soya sosu,yine soya ile elde ediler bir tür peynir olan ''tofu'' var(kasede görünen beyaz küpler).En son da üstüne taze soğanın yeşil yerleri ekleniyor.Kaseyi direk ağzınıza götürüp içiyorsunuz çorbayı,içindekileri de yemek çubuklarını(chopstick)  kullanarak yiyorsunuz.Kokusu gerçekten çok güzeldi,yosunun tadını da çok sevdim ama o peynir pek beklediğim gibi çıkmadı.Sonuç olarak hepsini içtim ama:)




          Masadaki favorim ''Niku-Jaga'' idi.Bizim yemeklere daha çok benziyordu,bence o yüzden sevdim bu kadar:)Sağdaki fotoğrafta üzerinde yeşil fasulye olan yemek.Eti Kore kasaplarında satılan bir çeşit dana etiymiş,patates havuç ve bu yemek için satılan bir sosla beraber pişilirmiş.En son da fasulye eklenmiş pişerken.Az pişmiş sebze yemeyi çok sevdiğim için sanırım bu ayrıntı güzelleştirdi bu yemeği benim için.Hepsini bitirdim,ekmek olsa tabağı silerdim:))))o kadar....



                                                                                                                      
          3.yemek ''Rice Ball'' .Yandaki fotoğraftaki dışı deniz yosunu ile sarılmış pirinç ve susam karışımı.Ortasında da tabağın kenarına da görelim diye koyduğu değişik bir meyve bulunuyor.Birkaç ısırmadan sonra onu da yiyebiliyorsunuz ama çookk ağır bir aroması var,ben yiyemedim.Oradan ileriye de gidemedim:)Bu bitki aynı zamanda bu yemeğin bozulmasını da geciktiriyormuş.
          4.yemek yine fotoğrafta görünen ''Tamagoyak''yani bizdeki adıyla omlet.Tek farkı rulo halinde sarılıyor olması.Onu da yiyebildim:)))





   
    



           Yemeğin üstüne sıcak yeşil çay ve yine içinde yeşil çay bulunan bir tatlı yedik.Bu ikilin uyumu güzeldi.Sıcak yeşil çay zaten sevdiğim bir içecek.








         Bu kadar emek verilmiş bir sofrada olup bir de üstüne o insanların kültürlerini dinlemek gerçekten benim için eşsiz bir deneyim.Japonya görmeyi çok istediğim bir ülke,hazır böyle bir çift de bulmuşken,nereye gitmeli nerede kalmalı diye bilgi de topladık.

          Üstteki fotoğrafta tesadüfen görünen bilgisayar ekranında bize önerdikleri bir festivalin fotoğrafları var.Kiraz Çiçekleri açtığı zaman bütün ülke bu çiçekleri görmeye gidermiş bize de bu yüzden ilkbaharda gitmemizi önerdiler.Bu tatil için bekleme süremiz biraz uzun gibi görünüyor şimdilik ama bu şimdiden hazırlık yapmama engel değil:)

          Maho ve Ion Tokyo da yaşıyorlar.Bize Tokyo'da hayatın ne kadar zor olduğunu anlattılar da halimize şükrettik azıcık:) Ortalama 20-30 katlı binalarla kaplı bir şehir..Metro ağı çok geniş ama çok kalabalık bir şehir olduğu için yetmiyor.Hatta metroda bir görevli,insanlar bindikten sonra arkalarından ittiriyormuş ki kapılar kapansın:))Bizde daha o aşamaya gelmedi sanırım,ya da Ankara da henüz böyle değildi.Araba almak istersen evinin otoparkı olsa bile aylık ortalama 300 dolar devlete park parası ödüyorsun.İster evinin otoparkına park et,ister sokağa ödemek zorundasın.Bizde de benzin  ve araba çok pahalı,aynı hesaba geliyor aslında dedik biz de:)

          Araba alsan bile trafik o kadar sıkışık ki,en güzeli işine yakın oturmak.Eğer işine yakın olsun diye merkezi bir yerde oturursan evler aşırı küçük ve pahalı.Şöyle ki Maho mutfağını tarif ederken sadece bulaşık yıkama için bir evye ve yanında bir o kadar daha tezgah olduğunu söyledi.Japonyada birçok insan böyle evlerde oturduğu için bizdeki mikrodagaların ebatlarında bulaşık makinaları satılıyormuş,insanlar genelde onu kullanıyormuş.Bazı mutfaklarda bunun için bile yer yokmuş.Bir de etrafta çok yüksek binalar olduğu için genelde evler karanlıkmış.

        Bize ''Ülkenizde genel hayatınızı etkileyen,sık sık olan bir doğa olayı var mı?'' diye sordular.Bazen,bazı bölgelerde deprem oluyor.Çok sık olmasa da kimisi çok ciddi hasarlara ve can kayıplarına yol açıyor dedik.Bizdeki 99 depreminin büyüklüğünü ve yaşanan can kaybını duyunca tabi ki çok şaşırdılar.Çok güclü bir deprem değil,nasıl bu kadar kişi öldü diye... ''Depremle yaşamaya alışmış bir ülkeyiz biz''dediler.9 büyüklüğündeki bir deprem için bile ''Masanın altına girip bekliyoruz bazen 10 dakika sürüyor'' diyecek kadar sakinler.Çünkü bu çok sık olan bir olay.Ben de hemen sordum bizdeki şehir efsanesi olmuş durumu ''Binalarınızın altında yay mı var?'':) Tabiki sadece yay değilmiş yeterli olan.Eğer 40 katlı bir binanın sadece altında esneklik olursa devrilebilir diye binanın tamamının dalgalanabilmesini sağlayacak şekilde yapılıyormuş yapılar.Hatta bunu anlatmak için iki elinin arasına bir kağıt alıp bir eliyle kağıdı masaya sabitledi diğer eliyle de kağıdı deprem anındaki bir binaymış gibi dalgalandırdı.Deprem sırasında dışardan binalar böyle görünüyormuş.

        Tek engelleyemediğimiz olay tsunami diyorlar.2011 yılındaki tsunamiden sonra Fukusima Nükleer Santrali nin aldığı büyük darbe ve etrafa yaydığı radyoaktif maddelerin etkisi şuan ortaya çıkmaya başlamış durumdaymış.Bu felaket Çernobil'den sonra en büyük nükleer santral kazası olarak tanımlanıyor.Çernobil'i bu kadar hafızalarımıza kazımamıza rağmen Fukuşima'yı nedense çok az insan hatırlıyor.Ya da kimse hatırlamak istemiyor.Bizim ülkemizin de cennet gibi sahillerine  2 tane yepyeni,sooonn teknloji nükleeer santral yapılıyor.Hayırlı olsun...

          İstanbul'un çok güzel bir şehir olduğunu duymuşlar hep,bizde birkaç fotoğraf gösterdik onlara.Boğazı ve köprüyü görünce ''Aaaaa ne kadar çok benziyor Tokyo daki köprüye'' dediler. ''Bu köprüyü de Japonlar yapmış'' deyince anladılar neden bu kadar benzediğini...:)
       
          Bu aralar Japonya'da göbek dansı çok modaymış.Maho bana bu dans sizin geleneksel dansınız mı,sen biliyormusun bu dansı diye sordu.Tabi İstanbul'a gelen turistleri  Türk gecesi diye götürüp dansöz oynatınca geleneksel zannediyorlar:)Biraz araştırınca Selçuklular zamanına kadar dayanan bir dans olduğunu öğrendim,bize de Mısırlılardan aktarılmış gibi bir yazı da okudum.Yani mazisi eski ama bizim geleneksel dansımız mı bence hayır.Bilen varsa aydınlatsıt:)Ben bizim geleneksel danslarımızı Horon,Zeybek,Harmandalı,Kaşık havaları,Halay...diye biliyorum.Japonya'da özellikle gençler arasında çok yaygınmış.Bütün spor salonlarında 'Göbek Dansı' kusları da yer alıyormuş şu anda.Zayıflama için de tercih eden çokmuş bu dansı.Ben düğünümde bile zor oynadım,göbek dansı hiç yok bende diye açıkladım durumu...:)

        Bir de son olarak müziğe çok önem veriyorlar.Daha ilkokuldayken başlıyorlar bir entrüman çalmaya.Okulda çok yoğun bir ders olarak görmeseler bile birçok aile özel hocalarla çalıştırıyormuş çocuğunu.Müzik,eğitimlerinin bir parçası olmuş onlar için her zaman.Hatta Ion'un annesi de evinde de dersler veren bir piyano hocası.Bizim çocuklar sadece flüt çalıyor deyince  hayran hayran baktılar.Meğer 'Yan Flüt 'zannetmişler:))))Yok dedim nerdeeee....Bizde eskiden mandolin çalarmış öğretmenler,şimdi birçoğu flüt bile çalamıyor.Maazallah sanata filan aklımızı kaptırıverirsek okumayız,aç kalırız.Bir de öyle çok sanatla uğraşan insan yoldan çıkar,bizim kültürümüzü yozlaştırır böyle şeyler.Çocuk bugün müzikle başlar yarın dansçı filan olacağım derse ne yaparız...Tabiki bunları içimden söyledim::::((((((((((((((Kötüleyecek halim yok ya elin memleketinde hasret duyduğum vatanımı.Burda bizbizeyiz diye yazıyorum,yoksa bunu kimselere söylemem....Biri duysa güler zaten Sanat mı Yozlaşma mı....ikisi bir arada...Türkiye'deyken,Amerika'da  ilk anlarda faydası olur diye gittiğim bilmem kaç saatlik orta seviye ingilizce kursumun kifayetsiz kaldığı anlardı.....:)))Gelecek amaaaaaaa, buraya ingilizce post(!) eklediğim günler de gelecek...:)))))) See you soon:)))))))))